Konuşurken Zorlananlar

509__5-jpg

Güzel ve etkili konuşmada önemli bir konu sesin mükemmel çıkışıdır. Sesin mükemmel çıkışı ses çıkışı ile nefesin kullanımı arasında başarılı bir uyum oluşturulmasını gerektirir. Düzgün sesin dört temel özelliği vardır. Bunlar sesin “işitilme düzeyi)yükseklik)”, “sesin hız düzeyi”, “hoşa gitme/tını düzeyi”, “değişirlik/bükümlülük düzeyi”nden oluşmaktadır. Aşağıda bu özellikleri öğrenelim ve geliştirmeye çalışalım.

İşitilebilme-Yükseklik

Bazı insanların sesleri bir metre mesafeden bile güçlükle duyulabilmektedir. Böyle bir sesle yapılan konuşmanın anlaşılabilmesi son derece güçtür ve dinleyiciler dinlerken psikolojik gerginlik içerisine girerler.

Ses dinleyiciler tarafından işitilebilecek kadar yüksek olmalıdır. Normal ses kalabalık kitlenin en uzağına ulaştırılacak kadar yüksek çıkmalıdır. Ancak yüksek ses bağırmaya dönüşmemelidir. Bu anlamda eğer mikrofon kullanmıyorsanız özellikle konuşma yaptığınız topluluğun büyüklüğüne dikkat etmelisiniz. Hemen yanınızdaki bir arkadaşınıza 20 metre uzaktaki insana konuşur gibi konuşursanız sesin yüksekliğini hatalı kullanmış olursunuz. Sesin yüksekliği salonun büyüklüğüne göre ayarlanmalıdır. Ancak sesi yükseltirken “bağırma” tonu oluşturmamak çok önemlidir.

Dikkat edin: Kaç kişilik bir guruba konuşuyorsunuz? Salonunuz ne kadar geniş? Ortamda gürültü var mı? Sesiniz 20 metreden rahat duyulabiliyor mu? Yoksa mırıltı gibi mi çıkıyor? sesiniz yükselince bağırmaya dönüşüyor mu? Uygun ses yüksekliği dinleyici kitlesini tamamen ve rahatlıkla kuşatan sestir.

Aşağıdaki alıştırmalar sesimizi kontrollü olarak yükseltebilmek için hazırlanmıştır. Ses yüksekliğimizi kontrol edebildiğimiz taktirde dinleyicilerimizi de kontrol edebileceğiz:

ALIŞTIRMA: İŞİTİLEBİLİRLİK
a) Yüksekten ses fırlatınız: Tek nefeste 20 metre ilerideki insanlara duyurabilecek şekilde : “pa, pe,pi, po; ba, be, bi, bo; da, de, di, do” deyiniz. Tekrar edin.

b) Elinizle duvara dokunun soluk alarak 10’a kadar sayın. Sonra duvarı kuvvetle itin, güçlü tonla tekrar sayın. Her iki durumda ses şiddeti aynı kalsın.

c) Aşağıdaki cümleleri bir solukta ses yoğunluğunu yitirmeden okuyun. Sesinizin gürlük derecesinin cümle boyunca aynı olmasını sağlayın.

– Ben gitmek istemiyorum.
– Makine mühendisi daha yavaş sürmenizi istedi.
– Kalp, günde 100.800 defa çarpmakta ve bu devre zarfında da 130 tonluk bir ağırlığın 30 cm. yüksekliğe kaldırılmasına denk düşen bir güç sağlamaktadır.

d)Aşağıdaki ifadelerin ilk bölümlerini yakınınızdaki kişiyle konuşur gibi, ikinci bölümlerini 100 kişiye konuşur gibi kuvvetli bir sesle okuyun.

-Okumak zor değil, yeter ki tadına varalım.
-Çalışmak ne güzel huy, devamlı çalışarak sıkıntılarımı yok ediyorum.
-Delik kovanın suyu damla damla, müsrif insanın zamanı saniye saniye tükenir.

e) Metni, 1. çok yavaş bir sesle 2. küçük bir odada olağan bir sesle; 3. büyük bir salonda, daha kalabalık bir dinleyici karşısında okuyun

Tembelliğin ne olduğunu ve insanların başına nasıl çoraplar ördüğünü düşündünüz mü? Bu soru çok mu çocukça? Hemen herkes tembelliğin kötü olduğunu bilir. Kimse tembel olmayı kabullenmek istemez. Ama acaba kaç kişi gerçekten tembel olup olmadığını araştırmıştır? Tembellik ya zihinsel, ya bedensel ya da her ikisi birden yaşanır. İnsanların büyük bir kısmı zihinlerini, önemli bir kısmı bedenlerini çalıştırmazlar. Yine insanların çok önemli bir kısmı hem bedenlerini hem de zihinlerini çalıştırmazlar.

f) Ellerinizle alın ve şakağınızı tutun. “Mmmmmm” deyin. Sesi yükseltin. Titreşimleri burnunuzda, alnınızda, ensenizde, göğsünüzde ve başınızın tepesinde hissedin.

Ses Perdesi-Bükümlülük
Sesin bükümlü çıkışı ses perdesinde değişiklik yapmakla mümkündür. “Do-re-mi-fa-sol-la-si-do2 notalarını düşünün. Her bir notayı farklı bir perdeden çıkarıyorsunuz. Gırtlağınızı küçültüp yukarıya yaklaştırdıkça sesiniz incelir: Tersini yaptıkça sesiniz kalınlaşır. Pes ve tiz sesler arasında sesinizle müzik üretirsiniz.

Ses çıkışı monoton olmamalıdır. Ses yüksek alçak tonda, hızlı-yavaş arasında, duraklamalı-duraklamasız, vurgulu-vurgusuz arasında değişerek çıkmalıdır. Sesin değişirliğini-bükümlülüğünü sesin müzikselliği olarak da tanımlayabiliriz. Herkesin kendine özgü bir konuşma müziği vardır.

Sese kolayca bükümlülük verebilmek için ses perdesinde değişim oluşturma yeteneğimizi geliştirmemiz gerekir. Üç teme ses perdesi üzerinde duralım: Pes, orta ve tiz sesler. Pes kalın, tiz ise ince sestir. Her üç perdede kendi içinde notalanabilir. Ses perdesi bir tür notadır. Notaların kelimelere uyarlanmasına da “bükümlülük” veya “boğumlama” diyebiliriz. Eğer konuşmacı sesinde boğum yapamıyorsa bilgisayar makinesinin tek düze çıkardığı sese benzer ses çıkaracaktır. Sesi bireyselleştiren ve herkesi ayrı bir konuşmacı yapan asıl sır sesin kişiye göre farklı boğumlanmasıdır.

Dikkat Öğreniyorum

Evet dikkat ile öğreniyoruz…

Çocuğunuz youtube’da bir videoya takıldı kaldı. Gözünü ayırmadan izledi, hatta başa alıp tekrar izledi. Öyle ki, biraz sonra heyecan içinde size videoyu anlatırken neredeyse kelimesi kelimesine videoyu ezberlemişti. Nasıl oldu da o beş dakikalık video aklına kazındı? Madem sadece izleyerek, dinleyerek öğrenilebiliyor, neden örneğin tarih öğretmeninin anlattıkları aklında kalmıyor?

Cevap basit: çünkü konu dikkatini çekmiyor ve dersi videoyu seyrettiği gibi odaklanmış biçimde dinlemiyor!

İşte, dikkat dediğimizde ne kast ediliyor, bunu tanımlayarak başlayalım. Dikkat, doğuştan sahip olduğumuz, içinde pek çok farklı işlevi barındıran oldukça karmaşık bir kavram. Herhangi bir uyarıcının farkında olmak olarak tanımlayabiliriz.

Uyarılmışlık, uyanıklık, odaklanma, motivasyon, uyaranın seçimi, uygun olmayan uyaranın dışlanması, iç denetim ve gerektiğinde durdurma gibi bileşenlerden oluşuyor.

Dikkat aslında beynimizin fonksiyonlarındandır:

Beynin, belli bir amaca yönelik olarak yoğunlaştığımız, istemli konsantrasyonun gerçekleştiği bölümü prefrontal kortekstir. Örneğin, aç olduğumuzda yemek yiyebileceğimiz yerlerin dikkatimizi çekmesi gibi.
Beyinde ani reaksiyon gerektiren olayları yöneten, istemsiz dikkatin gerçekleştiği alan ise parietal kortekstir. Örneğin odadaki kokunun ya da çalan zilin dikkatimizi çekmesi gibi.
RAS (retiküler aktive edici sistem) denilen beynin uyku – uyanıklık durumları arasındaki geçişleri ayarlayan bölümü ise dışarıdan gelen uyarılara bağlı olarak uyumayanı uyutma, uyuyanı uyandırma ve dikkatini odaklamasına yardımcı olma gibi işlevleri yürütüyor.

Bu üç alan da farklı oranlarda dikkatin farklı bileşenlerini, dolayısıyla öğrenmeyi etkiliyor. Peki öğrenmek nedir? Öğrenmek, yeni bir bilgiyi almak, eskilerle birleştirmek, depolamak ve uygulamaya almak süreçlerini içeriyor.

Öğrenme sürecinde dikkatin bileşenleri arasında dikkati uygun uyarana yönlendirme, dikkat süresini koruma ve motivasyon öne çıkıyor. Dikkatin sürekliliğine, yani dikkati bir süre koruyabilmeye odaklanma, yoğunlaşma ya da konsantrasyon diye tanımlayabiliriz.

İşte çocuğunuzun youtube videosu seyrederken yaptığı da bu: ilgi alanına giren bir konuda, dikkatini koruyarak videoyu izlemek!
Yani, çocuğumuzun ya da öğrencimizin öğrenmesini istiyorsak, onu motive edecek, dikkatini çekecek, ilgisini korumasını sağlayacak yöntemler bulmamız gerekiyor.

Öğrenme için belli bir dikkat süresi vermek zor, yani “ kişi 10 dakika dikkatini koruyabilirse öğrenMe gerçekleşir” gibi ifadeler kullanamayız. Hatta dikkatin tanımı çoğu yerde “gereken işe gerektiği kadar odaklanabilmektir,” olarak yapılıyor. Bebekler doğdukları ilk günden itibaren dünyayı keşfetmek ve becerilerini geliştirmek için çevrelerine dikkatle bakarlar. Bu başlarda kısacık sürelerken, büyüdükçe dikkatlerini daha uzun süre koruyabilirler. Okul öncesinde 5-10 dakika ile sınırlı olan dikkat süresi okul dönemindeki çocuklarda 20 dakikaya kadar uzayabilir. Öğrenme için gereken dikkat süresi yaşın yanı sıra, konuya, kapsama, kişiye göre de değişkenlik gösterir.

Dikkat süresi demişken, dikkati sürdürememe haline de “dikkat eksikliği” deniyor. Son yıllarda eskiye nazaran daha sıklıkla duyduğumuz bir terim. Eskiden kolaya kaçarak tembel, ilgisiz, yaramaz ya da aklı havada diye yaftalanan çocukların, aslında yönetici işlevlerinin farklı işleyişi sebebiyle dikkatini yönetme konusunda sorun yaşadıkları ARTIK anlaşıldı. Her geçen gün Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) teşhisi konmuş kişilerin sayısı artıyor.

Meğer ilgisiz çocuk yokmuş, ilgisini yönetmeyi bilemeyen çocuk varmış.

Madem dikkat süresi ve bu süreyi koruyabilmek öğrenmenin olmazsa olmazı, dikkat eksikliği yaşayanlar, konsantre olamayanlar, odağı hemen dağılanlar öğrenemeyecekler mi? Tabii ki hayır, odaklanmak doğuştan gelen bir beceri olduğu kadar, zaman içinde de geliştirilebilen bir yetenek. Herkes aynı şeye aynı sürede dikkat gösterebilecek şekilde doğmuyor, zaten belki de ilgi alanı değil. Ama odaklanma öğrenebilir ya da öğretebilir bir beceri.

Odaklanmayı öğreterek, belki de öğrenme sorunu yaşayan öğrencinizin ya da çocuğunuzun bu durumunu aşmasına yardımcı olabilirsiniz! Beyinde dikkat mekanizmasının nasıl işlediğini anlayabilirsek, öğrencilerimize çocuklarımıza daha verimli şekilde yardımcı olabiliriz. Birkaç öneri için buyrun “Odağı Uzuuuuun Süre Koruyabilmek Hayal mi?” yazıma.

Konuşmada Nefes tekniklerinin Önemi

Yaşam sürüp giderken sürekli olarak nefes alıp veririz. Nefes alıp verirken bunu nasıl yaptığımızı düşünmeyiz. Ama topluluk karşısında konuşmalar yapıyorsanız alıştırmalarla nefesinizi geliştirmeniz gerekir.  Aslında sesini, dolayısıyla nefesini kullanmak zorunda olan herkes nefes alış verişini kontrol altına alarak, bilinçli bir hareket haline getirmelidir.

Konuşma yaparken veya şarkı söylerken nefes alış verişinde göz önünde tutulması gereken noktalar şunlardır:

Nefes: 1- Derin, 2- Sık, 3- Çabuk, 4- Düzenli, 5- Yumuşak, 6- Gürültüsüz alınmalıdır.

En önemlisi gürültülü nefes alma büyük bir kusurdur. Dinleyiciyi rahatsız eder ve bu halin önüne geçilemezse konuşmacının konuşma kalitesini düşürür.

Genel olarak burundan nefes alınması gerekse de, konuşmanın en sağlıklı şekilde oluşturulabilmesi ve diksiyonun anlaşılabilmesi için bazen ağızdan nefes almak da gerekebilir. Konuşmacı, konuşma yaparken burundan nefes alacak kadar zaman bulamadığında ve duraklama zamanlarının kısaltılması gerektiğinde sözler seri bir şekilde hızla söylenirken duraksama zamanları kısalır, solunum gittikçe sıklaşır ve o zaman sadece burundan nefes almak yeterli olmaz. Böyle hallerde ağız ve burundan beraber nefes almak gerekir.

Şarkıcı, oyuncu, öğretmen, sunucu gibi konuşmacılar sözlerini genellikle ayakta söylediği için, bulunduğu pozisyonuna uygun olarak nefesini ayarlamak zorundadırlar. Nefes verirken onu tutumlu kullanmak ve nefesi birden vermemek gerekir ki, uzun cümlelerin sonuna kadar nefesini yetirebilsin, cümlenin anlamını düşürecek yerlerde nefes almak zorunda kalmasın. Bu önemli kurala uyulmadığında, konuşmacılar nefeslerini boşuna harcadıklarından çok çabuk yorulurlar.

Şaşkınlığı anlatan söze çoğunlukla gürültüsüz bir nefes verdikten sonra başlanır. Bu gülmek için de böyledir. Nefesin bitmesine rağmen o nefesle konuşmaya çalışmak hatalıdır. Söze, nefes vermenin başlangıcında başlamalıdır. Hiçbir zaman nefesin sonuna kadar söz söylenmemelidir. Çünkü nefesle beraber ses de kuvvetini kaybeder ve ses cümlenin sonuna doğru duyulmaz bir hal alır. Kontrollü davranıldığında konuşmacı konuşmanın pek çok yerinde nefes alma fırsatını rahatlıkla bulabilir.  Bir cümlenin başındaki söz kadar, sonunda ki sözde yeterli seviyede güçlü ve anlaşılır olmalıdır ve konuşmacı cümle sonlarını iyi ve  belirgin söylemeye çalışmalıdır.

Nefes verme, her zaman eşit ve sarsıntısız olmalıdır. Genellikle heyecan kontrol edilmediğin de ses, kulağa hoş gelmeyen bir vibrasyon kazanarak keçi sesi gibi titreyebilir. Bu ses titremesi nefes yolundaki adalelerin aşırı gerilmesinden kaynaklanır. Bu durum dinleyiciyi son derece rahatsız eder.
Nefesin alışlardaki sıklık oranı kişinin anlatmak istediği ifadedeki duyguların şiddetine bağlı olarak, sesin yüksekliği ve volümüyle ilgili olarak değişebilir.  Konuşurken kaç kez nefes alıp vermek gerekeceğini tam olarak saptamak olanağı yoksa da bunu en az sayıda gerçekleştirmek konuşmanın kalitesini artırır.

İyi konuşmalar yapabilmek için iyi bir nefes alıp verme tekniğine sahip olmamız kesinlikle gerekir. Sesimiz, dinleyiciye nefesimizle havayı titreştirmemiz sayesinde ulaşır. Eğer nefes basıncı zayıf olursa, ses de zayıf olur. Eğer nefes verirken gereğinden fazla hava çıkışı olursa, bu seferde ses kaslarının tam kapanması sebebiyle net ses çıkması engellenir ve konuşmacı çabuk yorulur. Bu daha çok ses tellerinde nodül oluşmuş konuşmacı ve şarkıcılarda görülür. Eğer nefes alıp verme düzensizse, söz akışı da gereksiz duraksamalar yüzünden anlamsız ve sıkıcı olur. Nefes asında, şarkının veya konuşmanın durak yerlerini işaret eder ve bu esnada konuşmacının dinlenmesini sağlar.

Zorlu hareketler yaparken ya da spor yaparken nefes kapasitemiz yeterli değilse, çabuk yoruluruz ve daha çok nefes gereksinimi duyarız. Zorlu hareketler yaparken, örneğin koşarken kondisyon denilen beden direncinin nefes kapasitesiyle yakından ilişkisi vardır. Böyle bir durumda konuşmak veya şarkı söylemek zorunda kalırsanız nefesinizi daha idareli kullanmanız ve daha kapasiteli nefesler almanız gerekir. Sesi oluşturan, tonun yoğunluğunu ve sürekliliğini sağlayan şey, nefesinizi kontrol etme becerinizdir.
Nefes sorunu ülkemizde daha yeni gündeme gelmektedir. Nefes tekniklerinin ne derece gerekli olduğunun farkına yeni, yeni varılmaktadır. Oysa özellikle Doğu ve Uzakdoğu’ya bakacak olursanız nefes biliminin binlerce yıldır gündemde olduğunu görürsünüz. Bu coğrafyada yaşayanlar oluşturdukları nefes kültürüne bağlı olarak, birçok konuda nefes tekniklerinin yardımına başvururlar.

 

Nefes alış verişleri konusunda kitleler üzerinde araştırmalar yapıldığında, nerdeyse tümünde yanlış veya eksik nefes alış verişi yapıldığı gözlenmektedir. Konuşmacının en önemli donanımı sesidir. Kendini iyi ifade etmek isteyen herkesin konuşmalarını güzel ve etkileyici bir biçimde gerçekleşebilmesi için sesini en iyi şekilde kullanmasını öğrenmesi gerekir. Nefesiniz yeterli değilse bu yaşamsal gerekliliği elde edemezsiniz.  Nefesini gerektiği gibi kullanamayan konuşma ve şarkı söylemede yeterlilik sağlayamaz ve sanatında veya iş hayatında istediği performansı ve buna bağlı olarak başarıyı yakalayamaz.

Eksik nefes, ya da nefesin yanlış alınması ne demektir?

 

Nefes alış verişlerin, diyafram kullanılmadan yalnızca ciğerlerin üst bölgesiyle yapılması, dolayısıyla ciğer kapasitesinin tamamının kullanılamaması demektir. Bunun nedeni nefes alış sırasında, bel ve mide kaslarımızın görevlerini yapmamalarıdır.
Nefesin yanlış alınıp, yanlış kullanılması konuşma açısından çok önemli sorunlar doğurur. Nefesimizi doğru alıp, doğru bir biçimde kullanamıyorsak tonsuz, yavan bir ses çıkar ağzımızdan. Bu duygusuz bir sestir. Bu cılız bir sestir. Hele bir de gergin bir bedene sahipsek, özellikle gırtlak, omuz ve boyun kaslarımızda gerginlik varsa, güzel ve rahat bir ton asla elde edemeyiz. Kasların gerilip gevşemesi nedeniyle, nefes sese dönüşmeden önce, sayısız değişikliklere uğrar. Ses ve nefesin dengeli bir biçimde kullanılabilmesi için, kasların gergin olmaması gerekir. Gerginlik ses ve nefes dengesini engeller. Bu engellemede nefesin, dolayısıyla sesin bozulmasına neden olur.

 

Mustafa Kartal

Daha Mutlu Bir ‘Gelecek

Hepimizin hayatında küçüklüğümüzden beri getirdiği bir takım alışkanlıklarımız vardır.

Bu alışkanlık, yaşadığımız yer ve yaşam biçimine göre şekillenir.
Sabah kalktığımızda fırınından çıkan sıcacık ekmeklerin kokusuyla bizi karşılayacağını bildiğimiz pastane sahibi Ahmet Amca, bakkala gittiğimizi gören mahalle arkadaşımızın annesinin “Bana da bir ekmek alıver evladım.” diyen sesi, iş yerine yeni gelen bisküvilerini, özenerek sunan bakkal amcamız…

Kısacası her gün var olduklarını bilerek günümüze başladığımız, tatlı insanlar.

Bir de içerdeki insanlar vardır, ailemiz…

Sabah “sofra hazır! hadi bakalım herkes kahvaltıya” diyen anne ve babamız. Bizimle aynı anda kalkan ve “Biraz daha uyuyacağım yaa…. diyen kardeşimiz.” Her sartta ve koşulda ihtiyacımız olduğunda yanımızda olmasına alıştığımız ebeveyinlerimiz. Anneannemiz, babaannemiz, dedemiz… Ailenin buluşma noktasını oluşturan büyüklerimiz, bayramlarda ya da karne zamanı cebimize harçlıklarımızı koyan ve sıcacık sevgisiyle bizi sarmalayan büyüklerimiz.

Bir de insanlar dışında, kendimize özel, sahip olduğuklarımız, vazgeçmek istemediklerimiz vardır. Oyuncaklarımız, ayak numaramız büyüse bile vazgeçemediğimiz beyaz ayakkabımız, üstümüze olmasa bile başkasının üstünde görmeyi asla kabul edemeyeceğimiz kıyafetlerimiz, kendi hayal dünyamıza göre şekillendirdiğimiz odamız.

Zaman geçer, biz büyürüz ve hep isteriz ki, o bakkal amca hep orda olsun, fırınından sıcacık ekmeklerini alarak evimize giderken ekmek köşelerini kopartarak yediğimiz pastahanenin sahibi; Ahmet Amca’mız hep orda olsun, ya da babanemiz hep telefonun bir ucunda, sadece sesimizi duymasından kaynaklı, hissettiği o kocaman sevgi dolu coşkuyu bizimle hep paylaşsın, Annemiz ve babamız hep “kahvaltı hazır!:)” diye bağırsın ve sevgi dolu aile sohbetlerimizin olduğu masalar hep var olsun.

Evet zaman geçer ve artık o bakkal amca ve pastanedeki Ahmet Amca yaşlanmış, yerini oğullarına devretmiş bir hale gelir. Anne ve babamız yaşlanmış ve artık “sofra hazır!:)” diye bağıran biz olmaya başlarız. Anneannemiz, dedemiz ve babanemize artık telefonun bir ucundan dahi ulaşamaz hale geliriz. Çünkü bu hayattan, sonsuzluğa doğru göç etmişlerdir.

Evet, hep isteriz ki hiçbir güzel şey değişmeden, hep aynı kalsın. Ama herşey zamanın su gibi akmasıyla birlikte değişir. Değişimle birlikte yaşayış şekilleri, davranışlar ve alışkanlıklar da değişir.

Aslına bakacak olursanız, yaşadığımız çok kıymetli anılarımızın, insanlarımızın üstüne, daha kötüsü gelmez. Sadece daha bilmediğimiz gelir. Daha tanımadığımız ve alışık olmadığımız gelir. Biz ise, hayatımıza her yeni gelene rağmen, geçmişe bakar dururuz. Sanki bir daha hiç yaşanmayacakmış gibi; eski insanlar, eski alışkanlıklar, eski kıyafetler de takılı kalıveririz. Çünkü artık elimizde onlar yoktur, yenileri vardır ve yenileriyle hiç anımız yoktur.

En baştan herşeyi anlatmamız ve hissetmemiz gerekmektedir. Elimizde sadece resimlerimiz vardır, yaşadıklarımızı kanıtlamak için. Onlara bakar bakar dururuz. Hatta, çevremizdekilere hep anlatırız, çünkü isteriz onlar da bilsinler, bizim için önemli olan alışkanlıklarımız, hikayelerimizi ve vazgeçilmezlerimizi…

Peki ya size bir soru, geçmişte bu kadar çok takılı kalan biri geleceği daha önemlisi “an”ını yaşayabilir mi?

Mümkün değil.

Klinik Psikolog Esin Nur Akyıldız

Üretken Olmak İçin Değiştirmeniz Gereken Alışkanlıklar

Üretken olmanın anahtarı kelimeleri!

14 yaşıma kadar ailem bana sürekli bazı şeyleri tekrarlardı. Ailem bana iletişimde sıkça kullanmamız gereken üç sihirli kelime olduğunu öğretti. Bunlar başarının ve pozitif ilişkilerin kapısını aralayan kelimeler. Bunlar “teşekkür ederim”“özür dilerim” ve “lütfen”. Ve büyük bir kapsamda düşündüğümüzde oldukça sihirli kelimeler olduğunu farkettim.  Tabi bunları üretken olmak için kullanmıyordum. Tamamen sosyal ilişkiler için… Zaman geçtikçe dördüncü sihirli kelimeyi  de keşfettim: “hayır.”

“Bugüne Hayır diyebilecekken bunu yarına erteleme” demiş çok üretken biri!

Hiç birine veya bir şeye hayır demek istediğiniz ama yine de olumlu olarak cevap verdiğiniz ve sonrasında pişman olduğunuz bir durum oldu mu? Hepimizin mutlaka olmuştur. “Hayır” uzun süre boyunca sosyal sözlükte yasak bir kelimeydi; insanlar ilişkilerini etkileyeceklerinden veya onları kaba ve bencil göstereceğinden korktu. Yine de her evet dediğimizde kendimizden ve zamanımızdan biraz fedakarlık yaptığımızı hatırlamamız lazım.

“Hayır demek isterken evet diyerek hayatınızdaki en önemli ilişkiyi zedeliyorsunuz: kendinizle olan ilişki.” 

Nea Joy, Hayat Koçu

Bunu hatırlayın: eğer siz bir iş arkadaşınız sizden yapılacaklar listenizi bir kenara koymanızı ve başka bir aktivite yapmanızı istiyorsa yapılacak listesi bu saatten sizin yardımcınız olamaz. O yüzden daha fazla üretken olmak için “hayır” kelimesini daha çok kullanın. Neden ve nasıl hayır demek adına çok şey söylendi. Kolaylaştırmak için işte Hayır kasınızı geliştirmeye yarayan üç ipucu:

Öncelikle “hayır” derken suçlu hissetmeyin, bu sizin hayatınız ve sizin zamanınız. Bu yüzden kısa bir neden verin, uzun bir açıklama değil. Bunu yapmak için “sandviç prensibini” kullanın:

  • Kulağa iyi gelen bir şey söyleyin
  • Sonra Hayır deyin
  • Sonra kulağa iyi gelen bir şey söyleyin.

Örneğin bir arkadaşınız bir etkinliğe katılmanız için size istek de bulundu ama gitmenizin imkanı yok. Ben olsam “davet ettiğin için çok teşekkür ederim. Çok ilginç bir etkinlik gibi duruyor. Maalesef başka sözüm olduğundan gelemeyeceğim. Umarım harika zaman geçirirsin, iyi eğlenceler!” 

Sonuç: daha sık hayır deyin. Diğer her şey gibi, ne kadar çok pratik yaparsanız o kadar çok gelişirsiniz. Üretken olmak için red etmeyi öğrenin. Daha fazla üretken olmak için daha fazla “hayır” demeniz gerekmiyor. Doğru zamanda olmayan şeyler için hayır demeniz gerekiyor.

Bitirmek Mükemmelden daha İyidir

 “Mükemmelliğe gülün. Bu, sıkıcı ve sizi işi bitirmekten alıkoyuyor.’’ Done Manifesto”   Kural 8.

Fark ettim ki iş dünyasının mükemmeliyetçileri, üstteki alıntıdan sonra da, beni bütün o güçleri ile yargılıyorlar, kafalarını sallıyorlar ve “ciddi misin” diyorlar. Ne demek istediğimi açıklayayım.  Ben demiyorum ki hepimiz saçma sapan işler ortaya koyalım.

Done Manifesto’nun ve benim vermek istediğim mesaj; bir fikri kabullenmek için sonsuza kadar beklemektense, raporu geliştirmek için o küçük hata üzerine bir ileri bir geri saatler harcamaktansa çalışmanıza inanın ve onu öyle bırakın. İnsanlar ve kurumlar “ideal durum için beklemeyerek” ve “iyi” ve “işlevsel” ile yetinerek o kadar çok zaman kazanabilirler ki! Baştada söylediğim gibi, sonuç olarak hepimiz üretken olmak istiyoruz.

Evinizi, ofisinizi, zihninizi ve hayatınızı toparlayın

Marie Kondo’nun The Life Changing Magic of Tidying Up “Düzenlemenin Hayat Değiştiren Sihri” adlı kitap ismini okuduğumda kendi kendime gülümsedim. Sadece düzenleyerek bütün hayatımı değiştirmek mümkün müydü? Meğerse öyleymiş.

Neden? Çünkü masaları, ofis alanlarını, evleri ve hayatları düzenlemek günlük rutinimizi çok daha organize hale getirebilir ve bize çok büyük vakit kazandırabilir. Kararlarımızı dakikalar içerisinde alırız; nesne aramak; yapmak istemediğimiz şeyleri yapmak. Bütün bu kazanılan zaman karşılığında kazandığınız şey kendiniz için artan vakittir ama aynı zamanda artan odak ve üretkenliktir.

Eğer başlamak istiyorsanız, göz korkutucu düzenleme projesine nasıl girişeceğinize dair birçok yaklaşım var. Bazıları bir alanı temizlemeyi ve değiştirmeyi tavsiye eder. Kitapta bahsedildiği gibi, yazar her seferinde bir kategoriyi ele almayı öneriyor. Size en çok uyanı uygulayın. Ne olursa olsun, düzenlemeyi ve organize etmeyi hayatınızın şekli haline getirin ve %100 bir pozitif değişim göreceksiniz.

Daha da önemlisi bütün bu alışkanlıkları günlük hayatınızın bir parçası haline getirin. John C. Maxwell’in dediği gibi:“Hayatınızı günlük olarak yaptığınız bir şeyi değiştirene kadar asla değiştirmiş sayılmazsınız. Başarının sırrı günlük rutininizde saklıdır.”

Sinem Eralkan

 

POZİTİF DÜŞÜNCE VE BEYİN GÜCÜ

Pozitif düşünce , olumsuzluklara razı olmayan,her koşulda yapabilecek iyi bir şeyin olduğuna inanan , insan hayatını olumlu yönde etkileyen bir düşünce tarzıdır. Bu gün artık iş, spor ve sanat dünyasında bile pozitif düşünce ve beyin gücü verim arttırıcı bir faktör olarak kabul edilmektedir. Doğu felsefesinin ana kaynağı olan pozitif düşünce günümüzde batı tıbbının da benimsediği sihirli bir kelimedir.

Doğada , evrende her şey karşılıklı etkileşim halindedir.Zihinle beden arasında da böyle bir etkileşim vardır. Zihindeki olumlu düşünceler bedende bir takım olumlu sonuçlar yaratıyor.Mutlu insanlarda veya ızdırabını dindirme imkanı arayan kişilerin beyninde,Endorfin denilen bir çeşit doğal morfin salgılanır. Bu morfin bildiğimiz morfinden en az yüz kez daha güçlüdür.Kişinin ızdırabını dindirmesine yardımcı olur.Bu da insana mutluluk verir.

İnsanlar ne kadar mutlu ne kadar pozitif olurlarsa ürettikleri Nöropeptip denilen protein zincirleri daha sağlıklı olur ve bağışıklık sistemi daha da güçlenir.

Bu gün artık başarının yolu pozitif düşünmekten geçiyor.Bu iki kelimeyi hayat felsefesi olarak benimseyen, insanlar, umudunu , güvenini, iyimserliğini kaybetmeden kendine güvenen,cesur ve inisiyatif sahibi bireyler olduklarını çevrelerine hissettiriyorlar.

Pozitif düşünen kişiler , pozitif enerji veren insanlarla arkadaşlık ediyorlar,pozitif enerji veren yiyeceklerle besleniyorlar,pozitif enerji yüklemek için spor ve meditasyon yapıyorlar. Sizi daha güçlü kılacak şu yaşam felsefesine kulak verin;

MİZAH DUYGUNUZU YİTİRMEYİN

Mizah duygusu çok önemlidir. Onu yanınıza almadan sakın evden çıkmayın. Kendinize gülmeyi bilin. Yoksa kendinizi çok ciddiye alır ve bu kadar yükseklerde dolaştığınız için alay konusu olursunuz.Mizah bir savunma mekanizmasıdır.Mizah ruh sağlığımızı korur.Mizahın en önemli işlevlerinden birisi de öfkenin sakinleştirilmesidir.Diğer işlevi geribildirimdir. Yaratıcılık gücümüzü arttırır. Ancak mizah yerinde ve zamanında , tatlı ve kıvamında olmalıdır. Yoksa insanları incitir ve asıl hedefinden uzaklaşır.

İDEALİST OLUN

Biz dünyaya yalnızca yaşamak için değil , bir fark yaratmak için geliyoruz. Diyelim ki vurmak istediğiniz hedef “AY” ama isabet ettiremediniz. Yinede yıldızlardan birini vurabilirsiniz. Eğer bir hayaliniz yoksa , hayalinizi gerçekleştirme şansınız olabilir mi ? Daha çok düşünün , daha çok risk alın ve daha çok eylemde bulunun. İsminizi başkalarının kalplerine kazıyın, böylece sonsuza kadar yaşarsınız.

CESUR OLUN

Eğer doğru olduğuna inandığınız şeyi yaparsanız , ödülünüzü alırsınız. O da öz saygıdır. Bir ev satın alabilirsiniz, ama yuva satın alamazsınız. İnsanları satın alabilirsiniz , ama dostlar satılık değildir. Hatta kendinize bir ün bile alabilirsiniz. Ama karakter ? İşte doğru olduğuna i nandığınız şeyi yapmanız bu yüzden önemlidir. Bir zorlukla karşılaştığınızda onunla dost olmak çok etkili bir yaşam gücüdür. Mark Twain.” Olumsuzluklar insanın kendisini tanımasını sağlar “ demiştir.

KORKULAR

Korku insanlığın bir numaralı düşmanıdır. Her nesilde en azından birkaç büyük adam , korkunun kendisinden başka korkulacak bir şey olmadığını hatırlatır bizlere. Tüm insanların ortak bir temel korkusu yoktur ; tüm korkular sonradan kazanılmıştır. İnsanoğlu kazandığı tüm bu korkuları içindeki sevgi , güç ve sağlam akılla ortadan kaldırabilir.

Deepek Chopra(Hintli Alternatif Tıp Uzman) yaratıcı güç ile ilgili şöyle der: “Sizin için en önemli gerçek, gücünüzü aldığınız kaynaktır. Yaratıcı güç aklımızı ve bedenimizi şekillendirir, evrimin gücüde budur. Yaratıcı gücünüzle ilişki kurun. Yaşamın tümünü kaplayan üç temel güç vardır. Bunlar ;

  • Yaratma
  • Koruma
  • Yok etme

Yaratıcılık gücünü egemen kılan kişiler başarılı olmuşlardır. Kendi güçlerinin kaynağının yine kendileri olduklarını bilirler ve aşağıdaki özelliklere sahiptirler.

Sessizliğin tadını çıkarmayı bilirler,

Doğayı hisseder ve ondan zevk alırlar,

Kendi duygularına güvenirler

Kargaşa içinde de işlerine odaklanırlar,

Çocuklar gibi onlarda hayal kurmaktan hoşlanırlar,

Kendi bilinçlerine güvenirler, her hangi bir görüşe katı bir şekilde bağlı değildirler,

AF VE BAĞIŞLAMA

Affetmek , bir başka insana veya kendinize karşı içinizde duyduğunuz öfkenin yerine sevgiyi koymaktır. Affetmek, öfkenin nefretin , acının , suçlamanın, kurban olma duygusunun, kendini haklı çıkarma çabasının üzerinizde yarattığı ağırlığı alır.

Doğru düşünen kişi bilinçsiz huzur, rahatlık ve iyi beslenmeyi yaşamında yerleştirir, diğer doğru alışkanlıklarda kendinde terbiye olur. Doğru af ve bağışlama yüzeysel ve tesadüfi bir eylem değildir. Belki zihin ve ruhun derinliklerinde bir arıtma ve tasfiye etme bir yaklaşımdır. Gerçek af ve bağışlama zaman ve dayanma gücü ister ve bu kesinlikle şuur altı düzeylerini temizler.

Her tür kin ve öfke zihni tırmalar ve bedenin hasta olmasına sebep olur. Samimi bir şekilde af ve bağışlama yapmazsanız tam şifa gerçekleşmez. Nefret ve öfke , eleştiri, serzeniş, hışım ve hesaplaşma isteği ve başkalarının eziyetini görme isteği , hepsi canı solgunlaştırır ve insanın sağlığını çalar. Bunun için size yapılan bütün eziyetleri af etmek size yararlı olacaktır. Bir kişiden veya bir pozisyondan nefret ettiğinizde çelikten daha güçlü bir halka ile o kişiye veya o pozisyona bağlanırsınız. Af ve bağışlama, kurtulmak için tek yoldur.

ŞİMDİYİ YAŞAMAK

Geçmiş ve gelecek , aşikar bir biçimde , kendi başına bir realiteye , bir gerçekliğe sahip değildir. Tıpkı ayın kendi başına , bir ışığa sahip olmayıp sadece güneşin ışığını yansıtabilmesi gibi geçmiş ve gelecek de sadece ebedi şimdinin ışığının , gücünün ve realitesinin solgun yansımalarıdır.

Onların realitesi şimdiden ödünç alınmıştır.

Ne kadar an’dan uzaktaysak o kadar özümüzden uzaktayız.

Ve de mutluluktan , huzurdan , ve de sevgiden. Tek gerçek an’dadır.

Gerçek dışı yaşadığımız zamanda ( yani şimdinin dışında) mutsuz , huzursuz ve sevgisiz oluyoruz. Gerçek dışı yaşamak, insanoğluna bugüne dek bir yarar sağlamadı.

Şimdi size Ömer Hayyam’ın bir dörtlüğünü söylemek istiyorum :

Gönlüm aranıp dünleri feryat etme

Kam almak için yarınlar icat etme

Dünler düş olup gitti ,yarınlarsa hayal

Cahilce şu gerçek günü berbat etme.”

Her tohumun kendi cinsinden meyve vermesi kaçınılmazdır ve düşüncede kaderin tohumudur.

Prof.Dr.İbrahim Davutoğlu

Yanlışa Tepki Gösterilmezse Normalleşir

ABD Houston Teksas’ta yaşıyorum. Geçen hafta başımdan geçen ilginç ve gerçekten çok etkilendiğim olay, evime yakın bir postanede gerçekleşti. Yeni yıl hediyesi olarak internet aracılığıyla satın aldığım kol saati paketten camı çatlamış çıkınca, vakit kaybetmeden derhal iade formunu doldurup soluğu postanede aldım. Postaneye girdiğimde 20-25 kişi kuyrukta hizmet bekliyordu. Burada Noel de yaklaştığı için marketten bir ekmek bile alınsa mecburen onlarca insan arkasında sıraya dizilip normalden çok daha uzun süre beklemek zorunda kalınıyor. Hizmet eden sayısı sadece 2 kişi olunca, hele bir de hizmet edenler işinden, canından bezmiş bir suratla ve isteksizliğin yansıdığı süratle iş görünce bekleme süresi sabırları zorlayacak düzeye tırmanıyor. Girdiğim kuyrukta arkama döndüğümde bir 30-35 kişinin daha geldiğini gördüm. “Neyse, en azından ortalardayım” diye sevinme payı çıkardım. Tam 40 dakika sonra sıra bana geldi. Paketi görevliye uzattım, “Adresler üzerinde yazılı” dedim. “Paketi neden bantla kapatmadınız?” diye sordu. Girişteki“Paket içeriğini görmek isteyebiliriz. Lütfen paketlerinizi açık bulundurunuz”uyarısını gösterdim. Sesini yükselterek sinirle “Kapıda ne yazdığını iyi biliyorum. Derhal paketinizi bantlayın” dedi. Sıradaki herkes artık bizi dinliyordu. Yanı başındaki bantı göstererek, “Rica etsem verebilir misiniz?” dedim. Yanıt yine aynı yüksek sesle geldi: “Hayır, o bant bana ait, müşteri kendi bantını kullanacak!” “Yanımda bant yok, sizin bant için para ödesem…” dediğim an görevli hanım sesini daha da yükseltti. 3 adım ötede, bir ayakkabı kutusu büyüklüğündeki, sadece paketleme servisleri için yapılmış 20 dolarlık bantı işaret ederek satın almamı istedi. “15 santimetrelik kutu için bana o bantı aldırmanız size mantıklı geliyor mu?” diye sordum. “Bantı al ve derhal sıranın sonuna geç!” diye bağırırken sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Aynı hışımla kuyruktaki bir sonraki kişiyi (“Sıradaki” anlamına gelen) “Next!” diye çağırdı. İşte o an dondum kaldım… Çünkü sırada hiç kimse ilerlemedi. Sıranın başındaki beyefendi, “Şu kutuyu derhal bantlayın ve hanımefendinin işini bitirin önce” dedi. Görevli öfkeyle bağırıyordu: “Anyone else… Next!” 30 kişi yerinden kıpırdamıyordu. İkinci görevliye de gitmiyorlardı. Hizmet durmuştu. Sıradan bir yaşlı bayan, “76 yaşındayım ve dizlerim ağrıyor, ama o bayanın paketini bantlayıp görevinizi yerine getirmediğiniz sürece buradan bir adım atmıyorum” dedi. Görevli elimden paketi sinirle çekip kutuyu benim söylediğim postane bantıyla yapıştırdıktan sonra ödememi alana kadar karmakarışık duygularla kalakalmıştım. Neredeyse ağlamak üzereydim. Sıraya dönüp “Thank you all” (Hepinize teşekkürler) diyebildim sadece… Gülümseyerek el salladılar.
Dışarı çıkıp arabama oturunca kontağı çalıştırmadan bir süre park yerinde düşündüm. Herkesin işi gücü var. Nasıl oldu da tek bir kişi “Acelem var” diyerek sıranın önüne atlamadı? Nasıl oldu da onca kişi bir kişiye yapılan haksızlık için tepki gösterdi? O sırada benden hemen sonraki yaşlı beyefendi işini tamamlamış, dışarı çıkmıştı. Arabama yaklaştı, pencereyi açtım. Gülümseyerek kafamdan geçen soruları yanıtladı: “Size yapılan bu yanlış için üzgünüm. Doğada hayvanlar, ağaçlar ve hatta mikroplar birbirleriyle bağ içerisinde hareket ederken biz insanlar birbirimizden çok koptuk. YANLIŞ, anında tespit edilerek sineye çekilmeden, derhal toplu olarak tepki gösterilmez ise ‘NORMALLEŞTİRİLİR’. O hizmet eden bayan bir dahaki sefere yanlış yaparken iki kez düşünecek. Biz görevimizi yaptık. Hadi size iyi seneler…”
Neva Çiftçioğlu Banes